Ekonomi Notları: Beklentilerden yiyoruz

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları - 68

 

Ömer Madra: Her zaman ya kâinatın, ya dünyanın ya da memleketin hali ne olacak diye soruyorduk, bu sefer, bugün ne olacak bu kurun hali diye bir soru yöneltelim.

 

Hasan Ersel: Hiç kimseden bilgi saklamamanın verdiği gönül huzuru ile, bilmiyorum. Bunun nedeni ne? Bilinemez de ondan. Peki hiç mi öngörü yapılamaz? Yapılabilir. Ama işe yarar mı? Diyelim ki İstanbul’dan yaz tatiline çıkacaksınız, Bodrum’un Türkiye’de olduğunu biliyorsun. Bu senin yaz tatili programını yapmana yardım ediyor mu, etmiyor mu? Malumat doğru ama mesela güneye mi gideceksin, kuzeye mi gideceksin, Türkiye’nin neresinde bu? Trenle mi gideceksin?

 

ÖM: Yetersiz kalabilir bu malumat.

 

HE: Evet. Bu soruları yanıtlayamazsan Bodrum’a gidemezsin ve güzel bir tatilden olursun veya gidersin tatilin zehir olur, sinir olursun, kötü olur, yani bir fikrin olması lazım. Kurda da durum böyle. Mesela “kur yükselecek” dendiğini düşünelim. Bir birim TL ile, 1 milyon TL ile, 10 milyon TL ile alabileceğiniz döviz miktarı azalacak. Peki ama bunun işe yarayabilmesi için ne zaman ve ne kadar olduğunu söyleyebilmek lazım. Yoksa “yükselecek” çok önemli bir şey değil. Tabii sürekli bir şekilde bu lafı tekrarlarsanız, öngörünüz hep yükselecek şeklinde olursa, bozuk saatin günde iki defa en duyarlı çalışan saatten daha kesin bir biçimde zamanı göstermesi vardır ya, bu türden muhteşem ve işe yaramaz bir başarı sağlamak mümkün olur ve bununla da övünülebilir. Fakat işe yarar mı, yaramaz mı, hangi koşullarda işe yarayan bir malumat çıkar?

Niye bunu söylüyorum; eldeki bilgiler bazı sonuçları öngörmek için yetersiz olabilir. Bu da bizim uygun kararı almamızı engelleyebilir. Yani döviz mi alayım, döviz mi satayım, ihracat mı yapayım, ithalat mı yapayım?

İki yol izlenebilir: Ya eldeki bilgiyi, daha sağlıklı bir öngörü yapabilecek şekilde bu bilgiyi arttıracağız veya karar alma sürecimizde daha iyi düşüneceğiz. Benim öngöremediğim bir değişkenle ilişkili başka bir şey var mı, acaba onu öngörebiliyor muyum? Başka göstergelere dayanabilir miyim? Kuru öngöremiyorum ama faiz hareketlerini öngörsem, acaba faizle kur arasında belli türde bir ilişki varsa o zaman faize dayanarak aksak da olsa birşeyler yapabilir miyim? Bu dövize döneyim. Bu ilk yola gitsek eldeki bilgiyi arttıracağız. Önemli değişkenleri saptayalım, onları bulalım.

İkinci yolda da faize bakalım. Ne yaparsak yapalım şu son zamanlarda baktığımızda bir de gördüğümüz var, gördüğümüz TL olarak değerleniyor. Bu reel olarak değerlendirme nedir? Bakıyoruz TL nominal olarak 1 milyon TL = 1 Dolar, sonra diyelim 5 bin TL = 1 Dolar oluyor, fakat o arada da fiyatlar 2 artsa ne olur? Türkiye’de fiyatlar 2 artsa, o dönem içinde, bir ay içinde de kur da % 1 artsın. Bu durumda elinde 1 Doları olan kişi ayın sonunda ayın başında aldığı kadar mal alamıyor demektir, % 100’ünü alamıyor da 99.5%’sini alıyor demektir.

Böyle bir şey ne demek? TL nominal olarak, evet değer kaybetmiş gibi görünse bile, diyelim ki Dolar 1 milyondan, 1.005 bin TL oldu, ama bu arada fiyatlar da % 1 arttı. Öbürü % 0.5 artarken fiyatlar da % 1 arttı. Bu durumda TL, Dolar karşısında değer kazanmış oluyor, o Dolarla Türkiye’de eskisi kadar mal alamıyorsunuz enflasyonu temizledikten sonraki kur hareketi ile.

 

ÖM: Reel bu oluyor demek ki.

 

Eriyen servetler

 

HE: Evet. Böyle olunca döviz kazanmanın çekiciliği düşüyor. Niye elimde döviz tutayım, dönemin sonunda kazandığım dövizle alacağım mal miktarı azalacak. Üstelik Dolar diye düşünelim, Amerikan mallarının fiyatı düşüyor görece, o zaman Amerikan malı almak daha iyi, ithalat daha avantajlı oluyor. Peki Türkiye’de neden bu oluyor? Türkiye’ye döviz mi yağdı? Rakamları anımsatayım: Mesela Türkiye’de ihracatımız tarihimiz boyunca hep ithalatımızın altında kalmıştır. Şu arada da öyle, yani ihracatımızın ithalatımızı aştığı filan yok, yani demek ki dış ticaret açığı veriyoruz. Toplam döviz kazancımız ile toplam döviz harcamalarımız arasındaki fark -yani sadece ihracat, ithalat değil de hizmet, vs. onları da koyuyoruz- bu da genelde hep eksidir, bu dönemde de eksi. Yani ödemeler dengesinin cari hesabına baktığımız zaman, burada cari açık var. Dolayısıyla biz şu dönemde kazandığımızdan daha fazla döviz harcadığımız halde dövizin değeri düşüyor TL cinsinden.

 

Bunu bir benzetme ile açıklayayım. Diyelim ki benim 500 milyon TL aylık gelirim var, ama harcamam 750 milyon TL ve ben böyle devam ediyorum. Gelip bana soruyorsun “Nasıl yapıyorsun bunu?” diyorsun. Diyorum ki “Bana bir miras kalmıştı, epeyce bir para. Ben onu bankaya mevduat olarak koydum, her ay gidip belli bir miktarını çekiyorum.” Disiplinli bir adamım, hepsini yemiyorum ama 250 milyon TL’sini alıyorum, masrafıma harcıyorum. Benim gelirim -ki bu akım değişkendir- her ay bana gelen para ile harcamalarım -bu da bir akım değişkendir- bunların arasındaki fark eksi, yani harcamalarım daha fazla. Bunu düzeltmek için ben mevduatımı azaltıyorum, 250’şer milyon bile olsa azaltıyorum, yani ‘stoktan’ yiyorum. Demek ki dikkat edilmesi gereken bir şey var, insan harcamasını finanse ederken gelirini kullanabileceği gibi servetini de kullanabilir. Şunu söyleyebilirsiniz “canım, servetini yiyeceğine git daha yüksek gelir elde et.” Cevabınız şu olabilir “daha yüksek gelirli bir iş bulamadım, ama bunu da harcamam lazım, çocuğum var, vs.” Durum bu.

 

ÖM: Servet, öz sermaye mi oluyor?

 

HE: Tabii. Aileler için düşünelim; tasarrufunu yiyor olabilir. Firma için düşünelim; firmanın varlıkları vardır, o varlıklarının bir kısmını nakde çeviriyordur, ama o günlük geliri ile, ayda elde ettiği maaşı ile diyelim ya da, bir firmanın aylık satış hasılatı ile karşılayamadığı ölçüde masraf yapıyordur, bunu da bununla karşılıyordur.

Türkiye’ye dönersek, bu nasıl Türkiye’nin durumuna uyuyor? 2001 krizi ciddi bir reel gelir azalmasına ve ciddi bir krize yol açtı. Bunun sonucu olarak da harcamalar çok kısıldı. Bu harcama kısılması hane halkları kadar olduğu için, şirketler için de geçerli. 2003 yılında ise ekonomide bir canlanma başladı. Canlanmanın iki boyutu var: Bir tanesi; bir büyüme var, gelir artıyor, vs. Bu iyi bir şey. Bir de güven artışı var; “artık işsiz kalmayız, ileride de bu hareket devam edecek” gibi. İnsanlar gelirlerinin yükseleceğini bekliyorlar. Bu durumda harcama yapma eğilimi yükseliyor. Bu nasıl oluyor? Mesela, durum belli değildi iki yıldır, almadığım bir şey var. Diyelim bir ceket almadım; ama artık diyorum ki “İşsiz kalma ihtimalim düştü, gelirim de artabilir ileride. Bir ceket alayım, işime doğru dürüst bir ceketle gideyim.” Firma da diyor ki; “Aman, bazı işleri yapmamız lazım işe devam edebilmek için, şu ara yapalım.” Yalnız gelir yetmiyor o anda, ileride gelir elde edeceğim, bunu biliyorum ama bu anda onu yapacak gelirim yok, o kadarı yok. Ne yapabilirim? Borç alabilirim ya da servetimin bir kısmını nakde dönüştürür ve yapmam gereken harcamayı yaparım.

 

ÖM: Nasılsa ileride gelecek diye?

 

HE: Evet. Borç almak denince akla banka sistemi geliyor tabii. Banka sisteminden borç alabilirim -ülkenin tümü itibarı ile konuşuyorum. Tabii bazı kimseler alabiliyor, bazıları alamıyor ama. Burada bir sorun var; bankacılık sistemi 2001 krizinde çok zayıfladı, böyle bir kredi talebini, yani makro ekonomik olarak bir kredi talebini ucuz karşılayabilecek durumda değil. Yani makul fiyatlarla verebilmesi, kredi talep edenlerin isteklerine uygun bir şekilde vermesi lazım ama bünyesi zayıf olduğu için bunu kaldırabilecek durumda değil. Kişiler ya da diyelim ki küçük firmalar bankadan kolay ve/veya ucuz kredi alamıyor. Adam da iş yapmak istiyor, o zaman da geriye serveti kalıyor ve diyor ki “servetimin bir kısmını nakde çevireyim.”

 

Serveti iki şekilde düşünebiliriz: Bir mali serveti ve bir de mali olmayan serveti. Mali servetinde döviz vardır, mevduatı vardır, hazine bonosu vardır, vs. maddi servette evi vardır, arsası vardır. İnsanlar mecbur olmadıkça evini, arsasını satmaz. Daha çok mali servetini nakde dönüştürür. Bunların arasında dönüştürme maliyeti en kolay olan da dövizdir; gider satarsınız, ufak bir komisyon karşılığında olur. Bizde de öyle oldu. İnsanlar dövizlerini bozdurmaya başladılar, gördük. Bizim bankalara gelen muazzam paralar yok, hep ufak paralarını getiriyor, TL’sini alıyor gidiyor.

 

Bu olayda dikkatinizi çekerim, Türkiye’de döviz bolluğunu yaratan döviz gelirlerimizin döviz harcamalarımızdan fazla olması değil. İnsanların servetlerini bozdurması olayıdır.

 

“Suçlu” Merkez Bankası değil, kamu açıkları

 

ÖM: Bu önemli bir tesbit tabii.

 

HE: Mali servet düşüyor. Yani çok düşüyor değil ama biraz düşüyor. Ama burada bir olay daha başlıyor: Ben şimdi dövizi satıyorum, ama döviz satınca bu dövizin fiyatı da yükselmiyor veya reel olarak düşüyor. Bu defa bakıyorum “yahu, elimde mal var, döviz, bunun değeri de yükselmiyor, aslında düşüyor. Bir an evvel satayım da daha fazla düşmesin” diyorum, daha fazla satıyorum. Bir şeye daha ihtiyacım olunca yine ilk önce döviz satıyorum. Döviz satanlar arttı, fakat pek de alan yok, almak için de bir sebep yok.

 

Şimdi bakın bu anlattığım hep mali piyasalarda geçen bir olay, başka hiçbir şeye değinmedim; ama bir de ihracatçıyı düşünün bunun dışında. İhracatçının sattığı malın TL olarak fiyatı, bu malı üretmek için kullandığı girdilerin fiyatlarından daha az artmış oldu. Çünkü döviz değerlenmiyor, adam malı üretiyor, satıyor, iki ay sonra onun karşılığında aldığı dövizi getiriyor satıyor, daha düşük bir fiyat. Bu ne demek? Kâr marjı düşüyor.

Bu durumda adam ne yapacak? İki şeyden birini yapacak: “Girdilerimin maliyetini iç fiyat düzeyinden daha az artmasını sağlayayım” diyecek. Bunun yolu nedir? Girdilerimi ithal girdisi olarak kullanırım, çünkü ithal olunca döviz cinsinden alacağım, dövizin hareketine bağlı olacak, orada içerideki kadar yükselmeyecek, TL de reel olarak değerlendiği için. Bu ne demektir? İthalatı arttırıyor, işte ithalatın artışının nedeni de bu.

 

Peki şimdi birkaç soru soralım: Türkiye’de hiç döviz mevduatı olmasaydı, yani benim böyle bankada döviz tevdiat hesabım olmasaydı, insanlar yastık altında döviz tutmaya gerek duymasalardı, aynı koşullarda, bugünkü koşullarda kur ne olurdu? Piyasaya döviz satmayacağım için TL mevduatım olacaktı, onu çekecektim ve harcama yapacaktım. Kur etkilenmeyecekti. Hiç olmazsa TL reel olarak değer kazanmayacaktı.

 

İkinci soru: Ortamsal koşullar mali sistemin isteyenlere düşük faizle, onlara uygun vadede kredi açabilmesini sağlasaydı o zaman ne olacaktı? Ben yine bankada dövizim olsa bile onu satmayacaktım ve gidip kredi alacaktım. TL de yine reel olarak değer kazanmayacaktı. Dikkatinizi çekerim, ikisi de mali sistemle ilgili konular, yani insanlar bir çekindikleri, korktukları için döviz tevdiat hesaplarına geçmişler, yastık altında döviz tutmuşlar. Ondan sonra buralardaki davranışlar nedeniyle bugün kur üzerinde belirli etkiler doğuyor.

 

ÖM: O zaman sistemden gelen bir veriyi de kullanıyor olacağız?

 

HE: Evet. Kurlardaki hareketlerin önemli bölümü tabii uluslararası etkilerden doğuyor, ona diyecek bir şey yok. Ama ekonomik birimlerin sağlığı üzerindeki etkileri arttıran ya da törpüleyen kur rejimi değil, mali sistemin sağlıklı çalışıp çalışmadığı. Bu bir yandan mali sistemin kendi yapısına bağlı, bir yandan da kamu dengesi yoluyla maliye politikasına bağlı. Dedim ya banka sistemi ucuz kredi veremiyor; niye veremiyor? Çünkü kamu açıkları çok büyük ve faizler çok yüksek. Eğer kamu açıkları o kadar yüksek olmasaydı, maliye politikası doğru dürüst gidiyor olsaydı, bu olay da böyle olmayacaktı. Türkiye’de bu olaya nasıl yaklaşılıyor? Bunu bilmeyen ya da bilmezlikten gelen politikacılarımız, olayı Merkez Bankası’na yıkmaya çalışıyorlar. Pek çok kimse de Merkez Bankası’nın bir şeyler yapmasını umuyor.

 

ÖM: Evet, böyle bir beklenti olduğu kesin.

 

HE: Bence ilk gruptakiler yalan söylüyor, ikinci gruptakiler ise düş görüyor. Yalan söylüyor demek ağır bir ifade, onu açmam lazım. Merkez Bankası bütün bu tartışmaların olduğu süreçte, Mayıs ayından bu yana geçen 4.5 ay içinde piyasadan 6.5 milyar Dolar döviz almış. Döviz alan birisi dövizin fiyatını düşüremez, bu dövizin fiyatını arttırıyoruz demektir, yani arttırma etkisi yapması gerekir. Ama artmamış. Diyebilirsiniz ki “6.5 milyar alacağına 13 milyar alsaydı.” O zaman başka bir sorunun cevabını vermek lazım: Bunu zorla almıyor, karşılığında para veriyor, TL veriyor; piyasaya çıkan bu TL nereye gidecek?

 

Mali sistem kredi talebini karşılasaydı, TL aşırı değerlenmezdi

 

ÖM: Enflasyona gidecek.

 

HE: Enflasyona, bir baskı yaratacak yere gidecek. Merkez Bankası’nın temel görevi enflasyonu... dolayısıyla Merkez Bankası alacağı miktarı keyfi olarak belirleyemez, “benim nasıl olsa matbaam var, basayım, paraları vereyim, dövizleri toplayayım” diyemez, piyasa üzerinde yaratacağı etkiyi hesaba katması lazım.

 

ÖM: O zaman o tipik canavarın dönüşü hikayesi olacak.

 

HE: Evet. Meseleyi şöyle de basitleştiremeyiz: “Efendim, esnek kur sistemine girdik, ondan böyle oldu, çıkalım bu sistemden.” Zaten söylenen de odur, “Merkez Bankası fiyatı sabit tutsun” deniyor. Ama mesele esnek olmakta değil ki, kur esnek olduğundan olmuyor ki, oynak olduğundan oluyor. Üstelik de biz sabit kur sisteminde krize girmiştik. Onu da unutmamak lazım.

 

ÖM: Herkes gayet iyi hatırlıyordur sanıyorum o esnek ve sabit tartışmasını kriz günlerinde.

 

HE: Esnek kur sistemine geçişte epeyce kaygı belirtmiştim, “Bu fikri değiştirdin mi?” diye sorabilirsiniz. Yok, hayır değiştirmedim ama o zamanki kaygılarım aynı şeydi, “bu yapıda esnek kur oynak olur, oynak da kötü olur” demiştim. Şimdi dönüyoruz dolaşıyoruz, hep aynı yere geliyoruz. Galiba görebildiğim kadarı ile yakın zamanlarda iktisattaki araştırmalar da bu yöne doğru gidiyor: Mali yapıyı güçlendirmedikçe, para politikasını ve özellikle de maliye politikasını sağlam yere getirmedikçe kur rejimini değiştirmekle kazanılacak fazla bir şey yok; her ikisinde de başımız belaya girebilir. Bu tür etkileri doğuran unsurlar da, anlatmaya çalıştığım gibi hep mali yapımızda. Mesela insanlar niye döviz tevdiat hesapları açmak zorunda hissettiler? Eğer enflasyon olmasaydı, eğer ülkemizde güvenilir mali yatırım imkânları olsaydı niye gidip döviz hesabı açsınlar? Amerikalılar açıyor mu döviz hesabı? Şunu söylemiyorum, iş yapıyorsunuzdur da onun için dövize ihtiyacınız vardır, o ayrı, normal. Ama benim dediğim “aman dövizde kendimi koruyayım” dediğiniz zaman, bu politikalar, bu yapı buraya getirmeseydi bunlar olmazdı. Mali sistem güçlü olsaydı, kredi talebini karşılasaydı döviz arzı yükselmezdi, döviz arzındaki bu yükselişin yarattığı TL’deki bu aşırı değerlenme olmazdı. Hep nokta, mali sistemin anlamlı bir şekilde güçlendirilmesi, sağlığına kavuşturulmasında düğümleniyor.

 

ÖM: Bilmiyorum derken, pek bilmiyorum durumu olmuyormuş! Ben şöyle bir analoji yapabilir miyim, bitirmek için? Yani meselenin, mali sistemin sağlıklı bir şekilde çalıştırılmasına ilişkin temel bir doğruyu, kararı uygulamak olduğuna bakılırsa, gerek Merkez Bankası’nın duruma müdahale etmesi, gerekse başka türden kararlara verilen bu ağırlık, aslında semptoma yöneliş olabilir ama gerçek tedavi aslında hastalığın kendisine yönelik olması gerekir şeklinde.

 

HE: Kesinlikle.

 

ÖM: Bu, her alanda olduğu gibi burada da karşımıza çıkan çok temel bir sebep-sonuç ilişkisi problemi.

 

(25 Ağustos 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)